26 Eylül 2009 Cumartesi

Minicikim

26 Eylül 2009 Cumartesi


Nasıl da sıcaktı gagası… Canımın en içiydi benim. Nasıl özledim…
Küçücük Minik'im benim. 23 yıllık hayatımın 13 yıllık çocukluk arkadaşı, ilk tek hayvanım.
Evimi, oyuncaklarımı, yemeğimi, annemi, babamı, ablamı paylaştığım, dilimden beslediğim, konuşmayı öğrettiğim, avuçlarımda büyüttüğüm kuşumu çok özledim ben.
O minicik hayvan, benim beynime bir yerlerde bir düğme bıraktı sanki giderken. Biri ondan bahsettiği an gözlerimden yaşlar akıyor, durdurulamaz halde. Hatta aklımın ucuna gelmesi yeter boğazıma hıçkırık düğümlenmesi için. Bir de düşünün odamda, eski bir kitabımın arasında, herhangi bir yerde sakladığım bir tüyünü bulduğumu. Kafes kafes gözyaşı akıtıyorum işte durup dururken.
Bugün en son lise yıllarımda elime aldığım kitabımı kurcalamak istedim. Arasında ayraç niyetiyle kullanmışım, o mavi tüy sanki dalga geçti benimle. Nasıl beni benden etti, nasıl acıttı canımın içini.
Ölmeden 3 gün önce hastalıktan kıvrandığı günlerde yazdığım bir yazıyı okudum sonra.

Meraba,
Benim adım MİNİK. 13 yıl önce evin küçük kızına doğum günü hediyesi olarak bu eve getirildim. Henüz 1 aylık bile değildim.
İlk başlarda beni hep ellerinde tutmaya çalıştılar, avuçlarına konmamı istediler, çok kızdım. Onlar uğraştıkça ben ellerini ısırdım . Öpmeye çalıştılar, dudaklarını kanattım. Küçük kız hala taşır dudağında gaga izimi... Biraz asilik yaptım galiba. Ama zamanla alıştım, üstelik onlar da bana alıştılar.

Bu arada bana konuşmayı öğrettiler, ilk öğrendiğim kelime kendi adım oldu. "Yakışıklım", "aşkım", "canım", "bitanem", "fıstık", "öpücük", "p.şt" en çok sevdiğim kelimeler oldu. Sonra jest olsun diye evin kızlarının adlarını da söylemeye başladım. Çok işime yaradı :) Ve sonra cümle kurmaya bile başladım galiba. "Seni çok çok çok seviyorum", "yok canııımmm", “şşştt baksana” gibi cümleleri yerli yerinde kullanabiliyorum... Evin annesi dua edince "Amin" diyorum mesela çok hoşlarına gidiyor.

Hiç kız arkadaşım olmadı, bir iki tane getirdiler yanıma sevmedim hiç. İlgilenmedim de... Evimde tek kuş olarak mutluyum ben.

Evin her yerine hakimimdir. Mutfakta ne pişse haberim olur. Eve kim girdi, kim çıktı hiç kaçırmam. Misafirleri de tanırım zaten.
Yeni bir şey alınsa ilk ben görürüm. Ailedeki mevzulardan hemen haberim olur.
Telefon çalsa kimse duymaz, herkese ben haber veririm. Ben bağırmazsam telefona bakmazlar bile. Sorumluluğum büyük anlayacağınız...

Pek havalıyımdır. Kafesime ekmek, meyve falan takarlar, en sevdiğim şeylerdir ama elleriyle tutmazlarsa hayatta yemem... Onlar tutacak ben öyle yiyeceğim.
Ağızlarında çiğnedikleri şeyleri yemeyi pek severim. Dudaklarından hazır çiğnenmiş oohh misss... Çekirdeğe, cipse, meyveye, sebzeye, patatese, soğana, mis kokulu yemeklere, kısacası ev halkının yediği her şeye bayılırım. En çok sevdiğim şey onlar yemek yerken sofrada dolaşmak, tabaklarından yemek yemektir. Pazar kahvaltıları muhteşemdir... Evin babası biraz kızar masaya pisliğimi bırakıyorum diye ama n’apıyım bu benim doğamda var... Hem o da kıyamaz bana...



Tırnaklara gagamı dayayıp konuşmayı, lavabolarda duş almayı, avizelere tünemeyi, klavyede dolaşmayı pek severim...

Öyle böyle 13 yılım geçti bu evde. Onlarla tatile gittim, onlarla duşa tuvalete girdim, onlarla gezdim, onlarla uyudum uyandım, onlarla taşındım evimden, onları hep çok sevdim.
Ama şimdi çok yaşlıyım. Ayaklarımda anlamadığım bir ağrı, acı var. Çok ızdırabım var. Görseniz parmaklarım öyle şişti ki... Sanki içinde ateş topları var acıyor, basamıyorum, uçmaya halim yok. Asla ele avuca konmayan ben, parmaklarının altından ayrılmıyorum. Sürekli okşasınlar hiç uçurmasınlar istiyorum. Gözlerimi açık tutmaya takatim yok.

Doktora götürdü anneyle baba beni. Acı bir toz verdiler babam onu suyuma katıyor, çok acı oluyor içemiyorum. Bana su versinler diye gözlerinin içine bakıyorum hepsinin. Tuz, peynir de yasak. Kolestrolüm çıkmış. Öyle dedi doktor.

Yaşlıyım biliyorum ama bu kadar da acı verici bir şey olmamalı yaşlılık. Doktorlar beni iyileştirecek biliyorum. Ama korkuyorum.
Evdekiler de çok üzülüyor benim için. Küçük kız bugün ağladı... Korkuttum biraz onu galiba. Ama n’apıyım onun arkasından gitmek istedim odasına, uçamadım dolaba çarptım düştüm. Çok üzüldü, çok ağladı. Ben onun çocukluk arkadaşıyım haklı tabi...

Tek isteğim iyileşmek... Biraz daha yaşayayım n’olur ki. Minicik kuşuyum ben bu evin. İlk, tek kuşuyum. Hepsinin arkadaşıyım, oğluyum...
Hadi hepiniz dua edin bana iyileşeyim. Hem ev halkı da dualarınızı bekliyor benim için.
Hadi siz dua edin ben “Amin” diyeyim…"


Ben bu yazıyı yazdıktan 3 gün sonra öldü kuşum. Dayanamadı 13 yıllık bünyesi ayaklarındaki o yaralara. Benim bitanecikim cennet kuşu oldu.
Özlemin her türünün tadı ayrı tabi. Ama en çok ölümün getirdiği özlem can acıtıyordur heralde. Kokusunu özledim, yok… Dokunmak istedim, fotoğraflar gagası kadar sıcak değil. Videosundaki ses de buğulu kalmış miniğimin.
Korktum sonra. Sadece bir kuş… Onun yokluğu bu kadar sarsabiliyorsa beni…
Anneme, babama, ablama, sevgilime, bütün insanlarıma daha mı fazla bağlanmalıyım? Yoksa yokluklarına şimdiden alıştırmalı mıyım kendimi? Bilemedim...

0 yorum:

 
Toz Gibi © 2008. Design by Pocket